Hypocritical policies have been made over the image of the Kurdish child – -photographed like lying on the beach. He died trying to escape the war and massacre in Kobane. The governments, who caused people to flee the countries where they had lived, have started a competition over how humanist they are by crying over him. Germany, the leader of the EU countries, was on the front line as the leading actor of this “humanitarian theatre.”
Refugees who had to flee from Syria received flowers, water and bread at the Munich train station. Politicians gave humanitarian speeches about how refugees were welcome. Refugees held up pictures of Merkel and called her “our mother”. Those refugees did not know that Merkel had made a Palestinian girl cry,by explaining why the deportation policy was essential.
However, this humanism theater had to cede its place to reality without lasting very long. Politicians, who so recently weregiving speeches about humanism, started trying to pass new laws about the restricting [refugees] ability to leave the province [to which they were assigned]; the coupon system, bringing back the food packages, stopping cash payment to refugees; and quickening deportation. Two days ago at Berlin Parliament and we were protesting against it. Some of those restrictions were abolished thanks to the resistance and struggle we kept up on the streets.
The EU countries changed their role in helping victims. Now they started to play the victim. According to them, there was a raid of refugees to Europe and they were exceeding the capacity.
Free movement was to be stopped so that the strict border controls could be made. All the humanitarian agreements that EU countries signed were to be considered as invalid.
The decision was made to sentence to prison for minimum 3 years the refugees who pass the borders closed by wire fences. The train traffic was stopped to block the refugees. On the borders of countries such as Macedonia or Turkey, there were racist attacks and police attacks against refugees.
The policies made by dominant powerful governments are the continuity of the war and conflict started by those states and their subordinates.
While there are no borders for the circulation of capital, every day new and high walls, borders and wire fences are built against the poor people.
One of the most important items on the agenda of European countries is the Refugee Crisis. According to this definition, refugees are said to be the guilty ones.With this definition they try to hide the facts like war, colonialism or arms trade. However we should refer to the war and colonialism as the problem.
The refugees are seen as the left-overs of the war and they are used as a source of exploitation as well as an excuse to make new colonialist and racist laws.
The states that need the control and military force for the interests of capital,now have the chance of realizing their plans via “the refugee crisis.”
Just as the war is kept away from the Europe, they are trying to keep refugees (who are the result of this war) outside of the European borders. European countries want to give funding to the states close to war and conflict zones. For example, they want to increase the funds for Turkey who has more than two million refugees; and they want to build big refugee camps there like the ones in Germany.
Turkey sees the refugees as a political tool and as a exploitation source. Refugees work there in under conditions of slavery, for really low wages,as we can also see in the hidden camera records.
The problem and its solution can be easily understood from the interviews made with the refugees who were stuck at the borders or the train stations. They say “it should stop”, “the people not the states support us”.
As revolutionary refugee movement we act with the perspective of building an alternative life from the bottom with people. We show it through our action against the laws and borders. The workwe have done to find shelters for refugees in Berlin has spread to the movements of the other European countries.
We apply our own solution at the bottom against the controls, borders and bans of the states. We try to create a free life in our own spaces- At the same time we see and learn that there is no way to freedom without an efficient struggle against the war and exploitation.
Long Live Our Struggle to Humanize and for Emancipation.
02.10.2015
________________________________________________
Kobene’deki savaş ve katliamdan kaçmak isterken Türkiye’de boğularak ölen Kütrt çocğun, sahilde yatıyormuş gibi fotoğraflanan cesedi üzerinden ikiyüzlü politikalar yapıldı. İnsanların yaşadıkları yerleri ölümü göze alarak terketmelerine yol açan devletler, timsah gözyaşları dökerek kendilerinin ne kadar hümanist olduklarına dair birbirleriyle yarışa girdiler. Avrupa Birliği ülkelerinin şefi olan Almanya devleti hümanizm tiyatrosunun baş aktörü olarak en ön safta yer aldı.
Suriye’den kaçmak zorunda kalan mültecilere München tren istasyonunda çiçek, su ve ekmek verildi. Mültecilerin hoşgeldiği yönünde politikacılar insancıl nutuklar attılar. Mülteciler, Almanya başbakanı Merkel’in resimlerini taşıyarak ona “annemiz” diye seslendiler. Bu mültecilerin, Almanya’daki bir televizyon kanalında gerçekleştirilen canlı yayında Merkel’in Filistinli bir mülteci kızı, sınırdışı politikalarının nasıl gerekli olduğunu anlatarak ağlattığından haberleri yoktu.
Ne var ki bu hümanizm oyunu çok uzun sürmeden yerini gerçeğe bıraktı. İki gün önce Berlin parlementosu önünde protesto eylemi yapıyorduk çünkü kısa bir zaman öncesinde hümanizm nutukları atan aynı politikacılar; eyalet dışına çıkma yasağının, kupon sisteminin, yemek paketlerinin geri getirilmesi, mültecilere yapılan para ödemelerinin durdurulması ve hızla sınırdışı etmek için yeni yasalar çıkartmak istiyorlardı. Bu yasakların bir kısmı, yıllardır sokakta sürdürdüğümüz direniş ve mücadele sayesinde kaldırılmıştı.
Avrupa Birliğini oluşturan devletler mağdurlara yardım etme rolünü değiştiridiler. Bu sefer kendileri mağdur rolü oynamaya başladılar. Onlara göre Avrupaya aşırı bir mülteci akını oluyordu ve bu mülteciler onların kapasitesini aşmaya başlamıştı. Serbest dolaşım engellenmeliydi ve dolayısıyla sıkı sınır kontrolleri yapılmalıydı. Avrupa Birliği ülkelerinin imzaladıkları tüm hümaniter kriterler geçersiz sayılmaya başlandı.
Mültecilerin ilk geçiş noktalarından olan Maceristan’da telörgülerle kapatılmış olan sınırı geçen mültecilere üç yıldan başlamak üzere hapis cezası verme kararı alındı. Mültecilerin geçişini engellemek için tren seferleri durduruldu. Makedonya, Türkiye gibi geçiş yerlerinde mültecilere karşı polis saldırıları ve diğer ırkçı saldırılar oldu.
Egemen devletlerin şu anda mültecilere karşı izledikleri politikalar, gene aynı devletler ve taşeron güçler tarafından sürdürülmekte olan savaş ve çatışmaların, sınırlarda ve devletlerin sınırlarının içinde devam ettirilmesi anlamına geliyor.
Sermayenin dolaşımında hiçbir sınır yokken, yoksul halklara karşı hergün yeni yüksek ve uzun duvarlar, sınır yasakları ve telörgüler yapılıyor.
Avrupa ülkelerinin en önemli gündemlerinden biri “mülteci krizi” olarak adlandırılan gündemdir. Bu tanımlamayla mülteciler suçlu ilan edilmiş oluyor. Bu tanımlamayla savaş, sömürgecilik, silah ticareti gibi realiteler gizlenmek isteniyor. Oysa sorun olarak tanımlanması gereken şeyler; savaş ve sömürgeciliktir.
Savaş artıkları olarak görülen mülteciler devletler tarafından hem birer sömürü gücü olarak kullanılıyor ve hem de ırkçı ve kolonyalist yasalar çıkartmanın, toplumu yönlendirmenin bir aracı olarak kullanılıyor.
Sermayenin güvenliği için kontrol ve baskı sistemine ihtiyaç duyan devletler, “mülteci krizi” ni öne sürerek bu planlarını engelsiz bir şekilde hayata geçirme imkanı buluyor.
Daha çok Avrupa sınırlarına uzak bölgelerde sürdürülen savaş ve gibi gene bu politiutkaların sonucu olarak ortaya çıkan mültecileri de Avrupa sınırlarının dışında tutmak istiyorlar. Avrupa Birliği devletleri savaş ve çatışma bölgelerine yakın devletlere para yardımı yapmak istiyorlar. Mesela iki milyon mültecinin olduğu Türkiye devletine hem para yardımını artırmayı planlıyorlar ve hem de tıpkı Almanya’da olduğu gibi oralarda büyük mülteci kampları inşa etmek istiyeorlar.
Türkiye devleti sınırları içinde bulunan mültcileri politik bir malzeme olarak kullanıyor ve ayn ı zamanda sömürü malzemesi olarak görüyor. Gizli kamera çekimlerinden de yansıdığı gibi düşük ücretle köle statüsünde yaşıyor burada mülteciler.
Tren istasyonlarında ya da sınırlarda perişan durumda bırakılan mültecıilere uzatılan mikrofonlara konuşan mültecilerin sözlerinden aslında sorunun ve çözümünün ne olduğu kolayca anlaşılabilir. Konuşan mülteciler; “durdursunlar yeter”, “bize devlet değil halk destek veriyor” gibi şeyler söylüyorlardı.
Devrimci mülteci hareketi olarak biz halkla birlikte tabandan altarnatif bir yaşamı örmek perspektifiyle hareket ediyoruz. pratik olarak yasaları ve sınırları kırma eylemlerimizle bunu gösteriyoruz. Bizim Berlin’de başlattığımız mültecilere yatma yeri bulma çalışması diğer Avrupa ülkelerindeki hareketler tarafından örnek alındı ve bu hareket yaygınlaştı.
Devletlerin kontrol, sınır ve yasak politikalarına karşı biz tabanda kendi çözümümüzü uyguluyoruz. Kendi alanlarımızda, özgür bir hayatı yaratmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda savaş ve sömürüye karşı etkin bir mücadele yürütmeden özgürlüklere giden yolun açılmayacağını öğreniyoruz görüyoruz.
Yaşasın İnsanlaşma Ve Özgürleşme Mücadelemiz
02.10.2015
Turgay Ulu
Berlin